17 Ağustos 2008

LEYLA GEDİZ: KUSURSUZ AN

Jean Baudrillard Kusursuz Cinayet adlı kitabına şöyle başlar: “Bu, bir cinayetin –gerçekliğin katlinin- öyküsüdür. Ve bir yanılsamanın-yaşamsal yanılsamanın, dünyaya ilişkin temel yanılsamanın- yok edilmesinin öyküsüdür. Gerçek, yanılsama içinde kaybolmaz; bütünsel gerçeklik içinde kaybolan, yanılsamadır. Eğer cinayet kusursuz olsaydı, cinayetin öğelerini sergilemeyi amaçlayan bu kitabın da kusursuz olması gerekirdi. Ne yazık ki cinayet hiçbir zaman kusursuz değildir. Kaldı ki gerçeğin yok edilmesini anlatan bu polisiye kitapta, ne nedenler ne de katiller saptanabildi, ve gerçeğin cesedi de hiçbir zaman bulunamadı.” Leyla Gediz’in, iki yıl aradan sonra Galerist’te açtığı son kişisel sergisi olan “Kusursuz An”, Baudrillard’ın yukarıdaki satırlarını akla getiriyor hemen. “Kusursuz An”, tıpkı Baudrillard’ın Kusursuz Cinayeti, bir gerçekliğin katline benzetmesi gibi, Leyla Gediz’in eski dönem çalışmalarına bir sünger çekme isteğine göndermede bulunuyor gibi. Bu noktayı biraz daha aydınlatabilmek için Derya Demir’in Leyla Gediz ile yaptığı söyleşiyi alıntılamakta yarar bulunmakta: “Hayatını, sanatının birebir konu kaynağı yapmak kimi zaman tekinsiz durumlar doğuruyor. Birtakım şeyleri yaşamak için, hayatı bir platform olarak kullanabiliyor insan. İşte bu bir soru: Bir önceki sergi mi bir sonra yaşayacaklarını belirliyor, yoksa gerçekten yaşadıkların mı bir sonraki sergiyi belirliyor? Bazen tuhaf bir şekilde bazı resimlerin adeta bir sonra olacak şeyleri gösterdiğini görüyorum. Bu sergilerin hepsi belli dertlerden çıkıyor. “Bu dertleri ben kendi kendime mi yaratıyorum, kendimi o dertlerin içinde bulabilmek için” gibi, içinden çıkamadığım, çözemediğim, birbirini etkileyen bu tip mekanizmalar var. Son dönemde, kendimi bunların içine kıstırılmış hissediyordum. O yüzden, resmi bir ayna gibi, günlüğümmüş gibi görmekten biraz sıkıldım. Bu sergi ile beraber bunu geride bırakmayı fazlasıyla istiyorum. Belki birileri benim yaşadıklarımdan çok daha yoğununu yaşıyor. Ben kendimden çıkıp evrensel bir şeyler söylemeyi başardıysam ne mutlu bana.” Leyla Gediz’in sanatındaki hedefi, her zaman evrensele ulaşmak oldu. Bunu önceki sergilerinden de biliyoruz. Gediz, öznel dilini, sırdaş dünyasını “evrensel olan”a daima taşıyan bir sanatçı oldu, yine kendi tabiriyle içindeki narsist çocukla beraber hep bu arayışı sürdürdü. Ancak “Kusursuz An” ile birlikte Leyla Gediz bu arayışını en üst noktaya taşıdı belki de. Zira artık “Üniforma”da olduğu gibi, Gediz’in kişisel yaşamından çok daha ötesine bakıyor durumdayız. Baudrillard’ın Kusursuz Cinayet’ine dönelim ve son cümlesini hatırlayalım: “I’ll not be your mirror!” İşte Leyla Gediz’in resimleri de artık ona tastamam bu cümleyi kuruyorlar, onun aynası olmuyorlar… Gediz’in kişisel olandan yola çıkıp da evrensel olana varışı, hiç şüphesiz en başta sergisine verdiği isimde kendini belli ediyor: “Kusursuz An”. Kusursuz An’dan ne anlarız? Bir başka deyişle, bu anın ne olduğunu sorduğumuzda, kendi sorumuzu yanıtlayabilir miyiz sesli bir biçimde? Yanıtlasak dahi aynı cevabı ertesi gün, çok öteye gitmeden, birkaç dakika sonra da verebilir miyiz? Veremeyiz çünkü Kusursuz An’ın içinde hem olasılık hem de olanaksızlık yer alır. Serginin basın bülteninde de belirtildiği gibi, Gediz’in amacı tam da bu ikilemi ortaya koymak. Olasılığı ve olanaksızlığı yan yana getirmek. Yine Baudrillard’ın Kusursuz Cinayet’inin sonucunda belirttiği gibi… “Sonuç olarak: İki yönlü bir girişim karşısında bulunmaktayız: dünyanın, eksiksiz bir gerçekliğin tamamlanması girişimi- ve Hiç’in sürdürülmesi girişimi.” Leyla Gediz’in “Kusursuz An”ında da bu girişimin izlerini bulmak mümkün görünüyor. Dünyanın, eksiksiz bir gerçekliğin tanımlanması girişimini Gediz’in sanat anlayışında bâki olan mekân ve form anlayışıyla ilişkilendirmek mümkün. Zira Gediz’in sanatını tanımlarken söylenebilecek ilk söz, O’nun resimlerinde mekânın ve formun birbirinin ayrılmaz parçaları olduklarıdır. İkincisi, Gediz’in kuralları bozmaya yeminli, haşarı ve narsist bir çocuk olduğudur. Üçüncüsü ise, hem Gediz’in hem izleyicinin katılımıyla bunun bir nevi oyuna dönüşmesi, insanın kendisiyle, belleğiyle kayıtsız şartsız yüzleşmesidir. Deyim yerindeyse, bu üç kural, Leyla Gediz’in dünyanın tanımlanması girişimine tekabül eder. Hiç’in sürdürülmesi girişimini ise, yukarıda da andığım cümle en iyi anlatır belki de: “I’ll not be your mirror!” Sırdaş dünyasından izleri vermeyi bıraktığını sergideki ilk resmiyle de açığa vurur aslında Leyla Gediz: “Nişantaşı’nı Terk”. Beş ayrı resimden oluşan “Kusursuz Zaman” serisiyle de “Kusursuz An”ı ne zaman bulacağını sorar kendine, belki de. Aslında hem kendine hem de izleyiciye (Dijital saat resimlerini anımsayalım). Buna, bir anlamda Hiç’i aramak da denebilir. Gelme olasılığını da olanaksızlığını da içinde barındıran bir Zaman’ı, An’ı… Leyla Gediz’in son dönem resimlerinde elektronik müzikle ilgilenmesinin de etkileri oldukça fazla. “Ne zaman ki, notalar, sesler, vuruşlar, birbirinden ayrıldı, her bir vuruşu net olarak ayırt edebilir oldum, o zaman galiba benim kafamda da bir şeyler kompartımanlara ayrılabilmeye başladı. Bununla birlikte, resmimde de bir patlama oldu. Önceden her şeyi bir tuvalin içerisinde çözmeye çalışırken, sonraları cümleler kurmaya başladım.” Diyor Leyla Gediz, Derya Demir’in “Kusursuz An” sergisi için kendisi ile yapmış olduğu söyleşisinde. Gediz’in bu ifadelerine kulak verdikten sonra “Nişantaşı’nı Terk”i “Ertesi Gün”e, “Yarabantları”nı “Bitmemiş Cümle”ye bağlamak daha da kolay ve anlamlı oluyor izleyici için. Belirtmeden geçmemeli: Leyla Gediz’in müzik zevkindeki değişim, onun şu anda bir müzik grubunun içinde yer alması “Kusursuz An”da yazının da devreye girmesine etken olmuş durumda. Mika Hannula, Leyla Gediz’in 2003 yılında, yine Galerist’te açtığı “Sır Küpü” adlı sergisi için yazdığı katalog metninde şöyle diyordu: “Leyla Gediz’in resimlerinde bir şeyler oluyor. Tanıdık gelen ama bütünüyle de kavranamayan şeyler. Resimler bazı ipuçları taşıyor ve siz o ipuçlarının izinde kısa bir gezintiye çıkıyorsunuz. Sanki bir tur atıp geri dönüyorsunuz. Bir temas, bir bağlantı kuruyorsunuz ama tam olarak emin olamıyorsunuz: kim, nerede, nasıl ve ne?” Leyla Gediz’in resimlerinde yine bir şeyler oluyor. Yine tanıdık gelen ama bütünüyle kavranamayan şeylere rastlıyor, yine ipuçlarıyla bir gezintiye çıkıyorsunuz. Ancak bu kez önceki sergilerin aksine bu ipuçları geçmişe değil; geleceğe dair ipuçlarıyla gezintiye çıkıyorsunuz. Turunuzu atıp geri döndüğünüzde yine bir temas kuruyorsunuz ama artık kim, nerede, nasıl ve ne? Sorularının hiçbirinden emin değilsiniz. “Kusursuz An”ın varlığından emin olamadığınız gibi…

Hiç yorum yok: