08 Kasım 2005

müstakil ressamlar ve heykeltraslar birligi üzerine

müstakil ressamlar ve heykeltraşlar birliği, iddia edildiği gibi 1929-42 arasında etkinlik göstermiş bir grup değildir. grup, 15 temmuz 1929'da kurulmuş ve 1932 yılı genel kongresinde dağılmıştır. 1936 sonrasında ise, tıpkı bugünkü upsd gibi bir dernektir, bir sanatçı grubu falan değil... 1922 yılının Mayıs ayında, Ali Avni (Çelebi), Ratip Aşir (Acudoğlu) (1898-1957), Ahmet Kenan Yontuç (1904-1995) Münih’e gider ve daha önce orada bulunan Sabiha Rüştü’nün (Bozcalı) yönlendirmesiyle Heinemann’ ın atölyesine girerler. Onlara, Aralık ayında Ahmet Zeki (Kocamemi) katılır. İlk yıl, kısa bir süre Mahmud Cûda (1904-1987) da onlarla birliktedir ancak Cûda, sanat hayatı boyunca daha farklı ve analitik bir sanat anlayışından ziyade akademizme yakın bir yoldan gittiğinden buraya ayak uyduramamış ve İstanbul’a dönmüştür. Diğerleri, 1923 yılının Eylül ayında, Münih Akademisi’nin giriş sınavlarına katılır ve kazanamazlar. Heinemann atölyesinin ücretini arttırdığından tekrar oraya da dönemez ve böylelikle Türk resmi için bir dönüm noktası oluşturacak anlayışın eğitimini aldıkları Hans Hofmann’ın (1880-1966) atölyesine girerler. Öte yandan, İstanbul’da bulunan ve daha sonra Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’ni kuracak olan bir grup öğrenci, 1923 yılında, Yerebatan’da ahşap bir konağın birinci katında kiraladıkları bir odada Yeni Resim Cemiyeti’ni kurarlar. Şeref Kamil (Akdik) (1899-1972), Mahmud Cemaleddin (Cûda) (1904-1987), Nurullah Cemal (Berk) (1906-1981), Saim (Özeren) (1900-1964), Cevad Hamid (Dereli) (1900-1989), Turgut (Zaim) (1906-1974), Refik Fazıl (Epikman) (1902-1974) ve Sabih Bey tarafından kurulan bu cemiyetin çatısı altında, Nisan ayında bir de sergi düzenlenir. Bu sergi, Galatasaray Sergileri’nden farklı olarak duhuliyesiz (ücretsiz) gezilen sergilerin ilkidir ancak burada sergilenen eserler henüz hocalarının etkisindedir. 1924 yılında, Cumhuriyet’in birinci yılını kutlama etkinlikleri kapsamında, Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi gündeme gelir. Ancak başlangıçta resim bölümü kapsama alınmamıştır. Mahmud Cûda, bu dönemi şöyle anlatır: “Aslında Avrupa sınavı açıldığında resimden kimse gönderilmeyecekti. Okula koştuk... İlgilenen olmadı. Aramızda para toplayarak Maarif Vekaletine telgraf çektik. Aynı zamanda Estetik hocamız olan Üniversite Emini (Rektör) İsmail Hakkı Bey’e (Baltacıoğlu) gittik. O da bize gerçekten yardımcı oldu. Sonuçta en çok talebebizden gitti.” Sözü edilen konkuru kazanan Cevad (Dereli), Muhittin Sebati (1902-1933), Şeref Kamil (Akdik) ve Mahmud Cemaleddin (Cûda), 1925 yılının Ocak ayında Paris’e yollanır. Onlara daha sonra Ratip Aşir (Acudoğlu), Fahreddin (Arkunlar) (1901-1974) ve 1927 yılında Hale Asaf katılır. Ali Münip (Karsan) (1903-?), 1923 yılında Münih’ten Paris’e geçmiş; Nurullah Cemal (Berk), 1924 yılında kendi imkanlarıyla Paris’e gitmiştir. Bu dönemde bir de İsmail Hakkı (Oygar) (1907-1975) Paris’tedir. Bu dönemde, Julian Akademisi’nin revaçta olduğu ve Paris’e sanat eğitimi almak üzere gelen öğrenci sayısıyla orantılı olarak, özel akademilerin sayılarının artmakta olduğu bilinmektedir. 1922 yılında, Türk sanatçılarının yetişmesi konusunda önemli bir yere sahip olan André Lhote, Montparnasse’ta, Odessa Sokağı’nda bulunan akademisini açmıştır. Bir diğer önemli isim olan Fernand Léger (1881-1955), bu yıllarda, 1912’de Othon Friész (1879-1949) tarafından kurulan Académie Moderne’de hocadır. 1931’de buradan ayrılıp bir süre Académie de la Grande Chaumiére’de çalışacak ve daha sonra Sabliére Sokağı’nda kendi akademisini açacaktır. Bu dönemde Paris’e giden sanatçılardan Şeref Akdik, Cevad Dereli, Refik Epikman Académie Julian’da, Paul Albert Laurens’nin (1870-1934) yanında; Ratip Aşir, aynı akademide É. Bourdelle (1861-1929) ve Landowski ve atölyelerinde çalışmış;Muhittin Sebati aynı akademide Paul Albert Laurens’nin atölyesinde çalışmış ve aynı zamanda Ecole des Arts Décoratifs’ e (Dekoratif Sanatlar Okulu) devam etmiştir. Fahreddin Arkunlar ve İsmail Hakkı Oygar da Ecole des Arts Décoratifs’ in öğrencileri olmuş; onlardan bir yıl önce, 1927’de İstanbul’a dönen Ali Karsan, Académie Julian’da Pierre Laurens (1838-1921), Güzel Sanatlar Okulu’nda Ernst Laurent’in (1859-1929) atölyesine devam etmiştir. Laurent’nin, aynı okuldaki bir diğer öğrencisi de Nurullah Berk’tir. Mahmud Cûda, Güzel Sanatlar Okulu’nda Lucien Simon’un (1861-1945) öğrencisi olmuş; Hale Asaf, Académie de la Grande Chaumiére’de çalışmalarını sürdürmüş ve André Lhote’un öğrencisi olmuştur. Sanatçıların bir kısmı, Paris’te kaldıkları süre boyunca “akademik” tabir edilen bir eğitimden geçmişlerdir. Aynı zamanda, Grande Chaumiére, Académie Collarossi ve Montparnasse çevresinde çağdaş sanat akımlarına yakınlaşma olanağı bulmuşlardır. Montparnasse kahvelerinde bir araya geldiklerinde sanat üzerine tartışmalar yaparlar ve bu durum, onları bir birlik kurmaya yöneltir. Bu noktada, 1884’te Fransa’da Seurat, Signac önderliğinde, Salon jürileriyle olan uyuşmazlıkların neticesinde kurulmuş olan, kurulsuz ve ödülsüz sergiler düzenleyen ve çalışmalarının halka tanıtılmasını amaçlayan Société des Artistes Indépendants (Bağımsız Sanatçılar Derneği)’ı örnek alırlar. Cevad Dereli de, Fransa’daki grubu örnek alarak La Coupole’ de bir birlik oluşturma yoluna gittiklerini belirtmiştir. Çıkış noktaları aynı temele dayanır. Fransa’daki grup Salon sergilerine karşıdır; Müstakiller ise Galatasaray Sergileri’ne… Nurullah Cemal (Berk), birliğin doğuşunu şöyle anlatmıştır: “...Bilhassa hepimiz, halkın cehalet ve lakaydisini beslemekte bir zevk alır gibi görünen İstanbul’daki teşekkülün, Sanayi-i Nefise Mektebi’nin, üstat geçinenlerin feci hareketlerinden müşteki idik. Mevzuubahs mektebin hocaları, talebe yetiştirmekten âciz, şahsiyeti san’atkâraneden mahrum idiler. Mektep, istidatları öldüren bir müesseseden başka bir şey değildi. Senede bir kere açılan Galatasaray Sergileri, memleketin san’at hareketlerini gösteren nümayişler değil fakat birer ticaretgâh idiler. Ressamlar ezberledikleri formüllerin haricine çıkmadan sergilere on beş gün bir ay evel hazırlanırlar, ve sergi açıldıktan sonra bu basmakalıp eserleri bir an evel satmaktan başka hiçbir kayguları olmazdı. Memlekette san’at anlayışını yükseltmek için, bir plastik san’at cereyanının bir tek temel taşını koymak için hiçbir harekette bulunmazlardı. Bizim Avrupa’daki mesaimize bile kıskanç ve hasut nazarlarla bakan bu zevat, san’atı monopol altına alarak, onukatletmekle meşgul idiler.” Bunlar oldukça ağır ve biraz da abartılı eleştirilerdir ancak bu eleştirel tavrın, birliğin kurulmasına kuşkusuz önemli bir katkısı olmuştur. Nurullah Cemal’in (Berk) ifadeleri bu durumu kanıtlar niteliktedir: “...Memlekete dönünce kuvvetli bir birlik kurmak, sergiler açarak halka temiz, hakikî bir san’at göstermek. Yaşıyan, müstakil bir sanatın uğruna miskin, mahlût san’atla mücadele etmek! Sağlam bilgilere, tam bir tekniğe istinat ederek beşeri bir manası olan san’atın memlekette kurulması için lazım gelen imanı taşıyorduk.” Müstakiller’in, resmi kuruluşları öncesinde, kendilerini ilk kez, 1927 yılındaki Galatasaray Sergisi’nde göstermiş oldukları düşünülebilir. 27 Mayıs 1927’de Ahmet Zeki (Kocamemi) ve 6 Haziran 1927’de de Ali Avni (Çelebi), Münih’ten, Hofmann’ ın atölyesinden İstanbul’a dönerler. Aynı yıl, Galatasaray Sergisi’ne ve Güzel Sanatlar Birliği’nin Ankara Sergisi’ne katılır ve Türkiye için tamamen yeni bir anlayışın ürünü olan yapıtlarını sergilerler. Kuşkusuz bu eserler, ışıklı kent görünümlerine ve çiçek resimlerine alışmış olan beğeniye ters düşer ve tepki alır. Ancak tüm tepkilere rağmen modern anlamdaki Türk resminin temeli atılmış ya da Adnan Çoker’in her fırsatta dile getirdiği gibi geç de olsa, Türk resminde 20.yüzyıla girilmiştir. 13 Ağustos 1928 tarihinde, Paris’te bulunmakta olan grup İstanbul’a döner. Dönüş haberleri Elif Naci’nin gayretleriyle, 14 Ağustos 1928 tarihli Milliyet Gazetesi’nin birinci sayfasında yer alır. Eski harflerle yayınlanan bu haber, günümüz alfabesine uyarlanarak aşağıya alınmıştır: “Genç Ressam ve Heykeltıraşlarımız dün Geldi. Maarif Vekaleti tarafından üç buçuk sene evel Paris’e gönderilen sanatkârlarımız muvaffakiyetle avdet etmişlerdir. Maarif Vekaleti tarafından Paris’e Sanayi-i Nefise tahsiline gönderilen genç ressam ve heykeltıraşlarımız dün «Tadla» vapuruyla şehrimize gelmişlerdir. Bu gençler, Paris’te üç buçuk sene tahsilde bulunmuşlar, ressamlardan Hale Asaf Hanım, Cevad, Muhiddin Sebati, Refik, Mahmud Beyler Ressam Mösyö (Julyen)’in, heykeltraş Ratib Aşir Bey de heykeltraş Mösyö (Burdel)’in atölyesinde çalışmışlardır. Dün bu gençleri şehrimiz genç ressamlarından kendileriyle birlikte Paris’te bulunup da birkaç gün evel gelmiş olan Şeref Bey ile İstanbul’da bulunan diğer genç arkadaşlarından mürekkeb bir sanatkâr heyeti rıhtımda karşılamışlardır.” Genç ressamlar, İstanbul’a geldiklerinde, burslarının karşılığını ödemek üzere, çeşitli illerde öğretmenlik görevine atanırlar. Bir süre sonra ise, öğrencilik yıllarında ve Paris’te temelini atmış oldukları birliği hayata geçirirler. Amaçları, sanatçıların ortak hak ve çıkarlarını korumak ve bunu yaparken de sanatçıyı çalışmalarında özgür bırakmak; yabancı ülkelerde resim sergileri açıp yabancı sanatçıları da buraya davet ederek kültür alışverişine girmek ve de kente, bunun yapılabileceği bir sergi salonu ile bir resim-heykel müzesi kazandırmaktır. Böylelikle 15 Temmuz 1929’da, Refik Fazıl (Epikman), Cevad Hamit (Dereli), Şeref Kamil (Akdik), Mahmut Cemaleddin (Cûda), Nurullah Cemal (Berk), Muhiddin Sebati, Ratip Aşir (Acudoğlu), Fahreddin (Arkunlar) ve onlardan bir yıl önce Almanya’dan dönmüş olan Ali Avni (Çelebi) ile Ahmet Zeki (Kocamemi) tarafından Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği kurulur ve bir de nizamname yayımlanır. Ancak bu resmi kuruluş öncesinde, grup oluşturulmuş ve 15 Nisan 1929 tarihinde, Ankara Etnografya Müzesi’nde bir de sergi düzenlenmiştir. Sanatçılar, bu serginin kataloğunda da amaçlarını belirtmişlerdir: “Bu sergi ve bunu takip edecek olan diğer sergilerden maksat yeni doğan Türk resminin inkişaf ve terakkisine yardım etmek, fikir ve teknik sahasında daha kuvvetli eserlerle millî nefis san’atlara emin esaslar dahilinde bir istikamet vererek onu lâyık olduğu mevkıe eriştirmektir.” Birlik her yıl, biri ilkbaharda diğeri sonbaharda olmak üzere iki sergi açmayı tasarlamış ve bu tarihleri 15 Nisan ile 15 Eylül olarak belirlemiştir. Ancak çizilen bu şema, ilk yıl dışında uygulanamamış; ilk yıldan bazı aksaklıklar baş göstermiş ve birliğin Eylül ayında açmış olduğu sergi, belirlemiş oldukları gibi bir ay sürmeyerek on beş gün evvel kapanmıştır. Birliğin programlarının uygulanamamasında, bir sergi salonunun yokluğunun payı olduğu açıktır. Bu dönemde Türk Ocakları, burada başka bir program olmadığı taktirde sergi salonu vazifesi görmektedir. Türk Ocakları’nda açılamayan sergiler ise dükkanlarda, barlarda, sinema salonlarında,vs. açılmaktadır. Şüphesiz, hiçbirinin koşulları bir sergi için uygun değildir. Nitekim, Yakup Kadri, “Türk Ocağının bu yeni sanat yolcularına tahsis ettiği odalar bir resim sergisi yeri olmaktan çok uzaktır. Burada aydınlık ve mesahe -göze hitap eden san’atların bu iki yardımcısı- hiç te serili eserlerin lehine değildir. Aksine, her iki unsur da sanki genç ehliyetlerinaleyhine kurulmuş iki tuzak gibidir.” ifadeleriyle bu sorunu dile getirmiştir. Müstakiller, bir hayli eleştirilirler de. Onları eleştirenlerin başında, arkadaşları Elif Naci gelir. Sergi eleştirilerinde “...Vatandaş, Türkçe konuş!”diyen Naci, Güzel Sanatlar Birliği ile ilgili yazılarında da onlara değinmeden duramaz: “Hakkını ve haddini bilen gençliğin bu makul ve pek müdebbirane bulduğum teşebbüslerinden mütevellit sevincimi ilan ederken bu teşekkülün haricinde kalmak inadında ısrar eden beş on dostumun ayrılıklarından mütevellit teessürümü de kaydetmeden geçemiyeceğim. Onlar arkadaşlarile beraber yürürken kendilerini müstakil addetmiyorlarmış (...) Her türlü rabıtalarını inkâr edip müstakil olduklarını iddia edenler bana: (Sen de mi Brütüs?) diyecekler. (Sezar dostumdu, Fakat Romayı daha çokseviyorum) diyen Brütüs’ü daima beğenirim.” Gelelim, birliğin dağılışına: Birliğin dağılma nedenini de dernekçilik ve sanat arasında bir tercih yapılması zorunluluğu oluşturmuştur. Birliğin 1932 yılı kongresinde, Mahmud Cûda, bir program sunmuş fakat bu program reddedilmiştir. Daha çok eser siparişi, alımı-satımının üzerinde durulan bu program, Nurullah Berk’in ve birliğe son sergide katılan Elif Naci’nin, dernekçilikten ziyade sanatçılığı tercih etmelerinden dolayı üyelikten ayrılmalarına neden olmuştur. Böylece dernek faaliyetlerine de bir süre ara verilmiştir. Nurullah Berk’in buradan ayrılarak Paris’e gitmesi, Hale Asaf’ın bu dönemde Paris’e yerleşmesi ve 1933 yılında Muhiddin Sebati’nin ölümü gibi nedenlerle Müstakiller dağılmış ve 18 Nisan 1936 tarihli İstanbul Turan Barı Sergisi’ne kadar bir etkinlik göstermemiştir. Bu arada, 1933 yılının Ekim ayında, Müstakiller’ in bünyesinden ayrılan D grubu kurulmuş ve grubun asıl ağırlık verdiği husus, plastik sorunlar olmuştur. Müstakiller’ in eski üyesi olan Nurullah Cemal (Berk), 5 Ekim 1933 tarihli Vakit Gazetesi’nde yer alan “D Grupu„ adlı yazısında, grubun anlayışını şöyle özetlemiştir: “San’at için san’at = “D„ Grupu. O, çığır açmıyacak. Fakat sanati resmiyetten, nizamnamelerden, maddelerden, dalaverelerden, cehaletten, eblehlikten kurtaracak. O san’atin kalp işi, dimağ işi, kültür işi olduğunu göstermiye çalışacak." Müstakiller, 1932 ile 1936 yılları arasında herhangi bir faaliyette bulunmamış; bu arada, 1932 yılında Halkevleri açılmıştır. Müstakiller de 1937 yılı itibariyle Anadolu’nun çeşitli kentlerinde bulunan halkevlerinde sergiler düzenlemiş ve bir bakıma halkevleri ile işbirliği içerisinde çalışmışlardır. Böylelikle, 1929-1932 arası birinci dönem ve 1936 sonrası ikinci dönem olmak üzere iki ayrı dönemleri söz konusu olmuştur. *Metnin tamamı, Müstakiller'in sergilerinin doğru tarihleri, kaynakçası, vs. için http://www.sanalmuze.org sanalgaleri müstakiller bölümüne bakılabilir.

Hiç yorum yok: